Geçmişi Geçmişte Bırakamadık…
Bizim zamanımızda’ diye başlayan ve sonu
‘ah ah ‘larla biten, onca cümle duyarız günlük hayatımızda; eskiden
dostluklar şöyleydi, ilişkiler böyleydi şeklinde... Özellikle yaşlı
insanların, aynı hikayeleri, hatta acıları bile neredeyse hasretle
anlattıklarına şahit oluruz. Peki nedendir bu eskiye özlem?
Geçmişte yaşanan bir acıyı ya da
sıkıntılı günleri, zevk duyarcasına sürekli hatırlamak ve canlı tutmak
nedendir?
Şüphesiz eskinin güzelliklerinin yanı
sıra, geçmişte ısrar etmek, yeniye karşı çekingen ve ön yargılı olmakla
ilişkilidir.Değişime kapalı olan akıl, hep eskide
oyalanır ve yeniye adapte olamaz. Her şeyi “Zamane” diye nitelendirip dışlarız bu
yüzden.
Kuşak çatışması denilen bu reddedişin
yüzde altmışı bakış açısı ile alakalıdır birazda. Çünkü aslında herkes,
kendinde olmayan fakat arzu ettiği şeye, şiddetle karşı çıkar. İçinde kalanı,
bir başkasında görmekten duyduğu eksikliği, eleştirerek belki de dile getirir.
Tatminsizliklerle geçen bir hayatın sonunda, elinde olandan hoşnut olmama
durumu, sürü ’sel ahlaka direk katılmakla açıklanabilir öte yandan.
Aksi taktirde insan teknolojinin
hayatımıza katmış olduğu onca nimete, onca kolaylığa rağmen neden geçmişi
özlemle ansın? Anlamadığı konuşma ya da kendi zamanında olmayan yaşam tarzına
neden karşı çıksın örneğin?
Diğer taraftan, bazen de hiçbir anlam
aramamak gerekir; çünkü zaman nasıl geçecek? Geçip gitmiştir yıllar ve
yapılacak bir şey kalmamıştır, zamanı öldürmekten başka?
Ne bir hobi vardır tutunulan ne oyalayacak
başka bir uğraş…Nede uğraşlara kafa yoracak sağlıklı bir beden. Hepsi zamanında
hoyratça harcanmıştır. Hep günü kurtarmak için çalışılmış ama aslında hiç gün
içinde yaşanılmamıştır.
Geçmişte takılı kalmanın bir diğer
önemli nedeni; birçok şeyde etkisi olan toplumsal dokulardır. Yani, sürekli
‘herkes’ olmayı tercih edip, asla ‘öteki herkes ‘olmaya cesaret edememiş olmak
gibi. Hatta ortalarda bir yerlerde durup denge arayışımız bile yoktur. En
rahatı, en güvenilir olanı ‘herkes’ olup bir oh çekmektir. Çünkü burada çok şey
mubahtır ve her şeye otomatik bir kılıf vardır.
Ataerkil toplumların birçoğunda,
sezgiseldik ve tabiri caizse ‘kulaktan kulağa aktarım’ kanıtsal verilerden daha
ön planda olması, arabeske yatkın olmayı ön plana çıkarmıştır. Çünkü en çok
öğrenilen ve tecrübe edilen budur. Acılar ve hüzünler toplar insanları bir
araya. Mağdur olduğuna ikna edene kucak açıldığı kadar, mesafeli durana “sen
değişmişsin “diye şüpheyle bakılır. Bu bir ezberdir ve sürekli acılardan
beslenmek yüzyıllar süren alışkanlığıdır geleneksel toplumların. Yani, her ne
kadar, yaşam kalitesini olumsuz etkileyen bir durum olsa da daha çok
dinlenecektir, geçmişe özlem hikayeleri…

Yorumlar